BismillahirRahmanirRahim
Şeyh Nazım Kıbrısi el-Hakkani ile Güneri Cıvaoğlu’nun Durum programında 23.3.1998 tarihinde yayınlanan görüşmesindeki Refah Partisi’nin kapatılması ve siyasi İslam konusunda ilginç görüşler.. Refah partisi 1997 yılında tarikat liderlerine bir iftar yemeği verdi. Bu olay oldu ve parti kapandı.
- Türkiye’de siyasi İslâm üzerinde tartışmalar oldu; sonunda Refah Partisi kapatıldı…
Aslında politikacıların diyânetle uğraşmaları uygun değildir, tarîkat erbâbının da hükümet kapılarında dolaşmaları uygun değildir. O zamanki tarîkat sahiplerinin iftara davet edilmeleri, gereği olmayan bir davetti. Bir partinin kapatılmasına sebep teşkil etmiştir. Çünkü siyasî olan kimselerin bu gibi şartlar altında tarîkatçılarla görüşmeleri her türlü şüpheyi üzerine çektiği için, bu gibi şeylerden sakınmaları lâzımdı.
- Siyâsetin tarikatla ilişkisi olmalı mı?
Aslında bizim dinimizin mühim esaslarından birisi insanların töhmet menzilinden kaçınmaları hususundadır.
Buna bir örnek verelim:
Bir kimse sirke alacak, ama sirke meyhaneden başka yerde yok.. Meyhaneye girip çıktığında kendisi töhmet altına düşer;“ben sirke alıp çıktım” dese de millete meram anlatamaz.
“Bu kimse meyhaneye girdi, elindeki şişeyle dışarı çıktı!” dediklerinde, “Sirke aldık, içki almadık !…” diye nasıl anlatsın?…
Bunun gibi bilhassa bu zamanda siyâsi kimselerin dini mihraklara çok yaklaşıp onlarla hemhâl olmaları doğru değildir. Aslında tarîkatlardan hiçbirinin siyâsetle ilişkilerinin olmaması gerekir.
- O halde İslâm’da siyâsetin malzeme olarak kullanılmasını doğru bulmuyorsunuz…
Hayır, İslâm’ın (tabii İslâm devleti bulunduğu takdirde) kendisinin takdir edeceği bir yoldur. Her devletin kendi prensiplerine göre bir idare sistemi vardır. Şimdi İslâm: “Hikmet nerde bulunursa o hikmeti siz alabilirsiniz” der. Hikmet İslâm’ın kendi malıdır. Meselâ garpta hikmetli bir şey, insanlığa hizmet edebilecek bir fikir var; onu alıp taklid etmekte biz aşırılığa gitmeyiz, kabul edebiliriz.
İslâm dünya çapında bir dindir; getirdiği esaslar üzerine kırk İslâm devleti kendilerini İslâm’la idare etmiştir. Bu zamanda İslâm’ın tatbik edilebilecek kaidelerini Avrupalı alsa biz, “Niye aldın?” demeyiz. Bizim memleketimizde bir lüzum üzerine, aslı bizim eski kanunlarımızdan olan ve millete fayda verilebilecek olan esas, öneri olarak meclise verilebilir. Meclis mütâlaa eder; “uygundur” der, kanun olarak çıkabilir.
Yâni kesinkes bir şeyi reddetmek zaten akıl ve mantığa uygun değildir. Onun için Refah Partisi İslâmi bir parti olarak bilinmiştir. Aslında cumhuriyet kanunlarının kendilerine vermiş olduğu salâhiyetle bir partiyi kurmuş ve tabi olacak tüzükleri beyan etmişlerdir. Onlar hükümete geçtikleri taktirde T.B.M.M., milletin irâdesini temsil etmektedir, o meclis mâdem ki yasa yapan bir meclistir, yasayı istediği gibi halin muktezâsına ve şânına göre onu yapabilir. Ona karışacağımız yok.
Bununla beraber bir geçiş döneminde olduğumuzdan kültürümüzle maalesef ne şark kültürünü temsil edebiliyoruz, ne garbî kültürünü sindirebilmişiz. İkisi arasında kaldığımızdan dolayı şimdi “Nasıl yapalım nasıl hareket edelim?” diye millet taaccüpte kalıyor.
Tarîkat meselesi;insanların siyâsi hayatlarına karışması gerekmeyen şahsî kendi arzu ve ruhani zevklerini tatmin bakımından olan bir yol olduğundan bunu herkes kendi şahsında hayatına geçirir, lâkin umumi olarak bunun arkasına düşmeye gerek yok..
- Siyâsetin din motiflerini yapmasını uygun buluyor musunuz?
Halin iktizasına göre garip kaçan bir şeyin arkasına düşmemek lâzım. İdâre, müdara, dubara… Peygamber Efendimizde“insanları idare edebilmek ayrı bir sanattır” demiştir, yâni her sınıfı memnun edebilecek kabiliyette olan kimseler başta bulunması lâzım, tek yönlü insan muvaffak olamaz. Herkese kendi aklı miktarınca konuşmasanız bir fayda elde edemezseniz. Şimdi size konuşurken sizin anlayış kabiliyetinizin üstüne çıkarsam iş malâyani olur, altına düşersem siz faydalanmazsınız.
Kaabiliyet meselesini mütalâa edersek çok karışıklık olacak. Herkes gazeteci olamaz, herkes hakim, avukat, doktor olamaz ama sayılamayacak kadar doktor da var, gazeteci de var, paşa da var… Lâkin içlerinden hakîkaten paşa, bakan, reis, avukat kaç kişi bulursunuz? Azdır; çünkü biz kabiliyetlerine göre yetiştiremiyoruz.
Bilhassa şimdi acayip bir tedric düzeni var, gelen öğrenci istidatına göre değil de puan üzerinden mektebe fakülteye gönderiliyor. Bana gazeteci mektebine giden öğrenciler geliyor, gazetecilik mektepte öğrenilmez; Allah vergisidir. Her gazetecinin her yazdığı makale okunmaz, bir arapça söz var, “Her önüne sinileri dizen adam baklavacı, tatlıcı olamaz.” Vitrini düzeltmekle parlak isimler yazmakla onu temsil edemez.
- İslâm’ın çağın ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlanması gerekli mi?
Bu mütaalânız üzerinde geniş bir tartışma mevzûdur. Maalesef siz de bu dönemin yetiştirdiği bir yazar ve düşünürsünüz. Biliyorsunuz ki, değil dinimizi bu asra dâir yorumlayacak ve hakkını verecek kimse yetiştirmek onu bir tarafa bırakalım, hiç bir ilim dalında Avrupayla boy ölçüşecek bilim adamı yetiştiremedik. Bu bir noksaniyettir.
Türkiye’de 90 üniversite var, bir şey çoğaldığında kalitesi düşüyor. Biz 1938’den 1944’e kadar okuduğumuz vakitte bir tek İstanbul Üniversitesi vardı; şimdi furya olmuş, üniversite açılması kolay ama içerisinde okutulacak kimselerin kalitesi mühimdir.
- Siz İTÜ’den misiniz?
İstanbul Üniversitesi, Fen Fakültesi, Kimya Enstitüsü zamanının en iyisiydi, bizi okutan profesörler de dünyada tek olan adamlardı. Meselâ prof. Harald; Türkçesi mükemmeldi, kitaba bakmadan ders verirdi. Bu, kalitenin üstünlüğüdür.
Kısacası dîni bütün sahalarda tatbik edebilecek âlimimiz yok, diyânet teşkilâtının ilmi derecesi nedir ki?
-İslâm’da ictihad kapısı Türkiyede kapandı kim, niçin kapattı?
Buyurun,ictihad yapacak âlim gösterin. Kur’ân-ı Kerim “siz düşünesiniz anlayasınız” diye indirilmiştir, yâni bir yerde bağlanmayın. Asırlar boyunca Kur’an, insanlara boyuna feyz vermek içindir, mânâsı tükenmez ki biz bir yerde bağlayalım. İctihad kapısı açık lâkin giren yok. İctihad yapmaya kimin cesareti var?
- İslâm’da tutuculukla birçok yeniliğin önünün kapanmasına taraftar değilsiniz..
Herşey açık; geçen gün gazetelerde gördüm, Türkiye’de;
- 22 milyon insan sigara içiyor,
– 16 milyon içki müptelâsı,
- 4 milyon alkolik…
Bunu siz nasıl kapatacaksınız? Hangi tedbirle bunu kapatacağız? İctihad edelim diyelim ki, “Sigara helâldir, içiniz!” Toplam yekûnu 3 katrilyon geliyor ki, Türkiye bütçesini iki defa alıyor.
İslâm kadar insan haklarını gözeten hiç bir sistem yoktur. Demokrasi esas itibariyle insan haklarını gözetmek iddiasındadır; bununla beraber tatbikatta gerçekleşemiyor. Demokrasiyi tam manasıyla uygulayan bir memleket gösteremezsiniz. Demokrasi insanlığa hakkını verememiştir. Bugün demokrasinin ismi var cismi yoktur.
- İslâm demokrasiye karşı mıdır?
İslâm’ın dünya görüşü başkadır. Demokrasi İslâm’ın ufkuna yaklaşamıyor, demokrasi insanlığa birşey vermek istiyor; lâkin veremiyor, çünkü parazitler çok. Demokraside hak mefhumu herkesin kendi görüşüne göre bir kılıf giyiyor. Onun için şimdi CHP’nin “hak” diye tanıyıp yönlendirdiği ANAP’ınkine uymuyor, ANAP’ın doğru gördüğünü DSP doğru görmüyor, onu Refah Partisi doğru görmüyor.
Biz tarih boyunca hangi sistemleri kullandık?
Bizim tarihimiz kaç bin seneliktir?
Demokrasiyle tanışalı ne kadar oldu?
Türk’ün 8 bin senelik tarihi vardır. Avrupa demokrasisiyle 40 senedir tanışıklığı var. Türkiye demokrasiyle tanışalı ne hale geldi? Güllük gülistanlık mı oldu? Hikmet işin başında.
Bizim malımızı, bize yarayan herşeyi biz alabiliriz. Tutuculuk yok, aşırı uçlara gitmek de yoktur, akıl ve mantığın kabul ettiği herşeyi kabul ederiz. Ama aklın ve mantığın dışına çıktı mı nasıl kabul edelim?
- Lâisizm?
Lâisizm bize uymadı; belki devletin kendi prensiplerinden biri olabilir, halk lâik olamaz, fikir itibariyle lâiklik tatbikatı olamayan bir terim gibi kalır.
Hâsılı kelâm bizim herhangi bir sisteme düşmanlığımız yok, ancak istediğimiz işleyebilen, çalışabilen, halkın huzurunu temin edebilecek, kavgayı durduracak bir nizam, bizim istediğimiz öyle bir nizamdır ki herkes rahat etsin.
“Lâ ikrafiddîn” (= dinde zorlama yoktur), zorlayamayız; çünkü herkes kendi vicdanında kabul ettiyse etti, etmediyse; ne yapalım. Lâik bir hükümetin, milletin inançlarına karışması, inançlarını yönlendirmesi caiz midir? Hayır, bugün o yapılıyor. Devlet milletin inancından elini çeksin, okuduğuna okutacağına ve giydiğine karışmasın. İngiltere’de ve Amerika’da bu var mı? Niye bizde olsun?
- İslâm’ dîninde zorlama ve terör var mı? Gençlere mesajınız nedir?
İslâm’da zarar ika etmek ve zararı zararla karşılamak haramdır. Şimdi millet sokaklara dökülüp taşlarla kapı-pencere kırıyor, polis arabaları kız çocuklarını ve erkek çocuklarını bu halde yakalıyor. Bu İslâm’da yoktur, bunu ne Türklük kabul eder, ne lâiklik, ne İslâm, ne de îman kabul eder. Bunları nasıl yetiştirdiler? Bu gençler hangi sistemle yetişti? Gençlere vasiyetim: İslâm zararı yasaklamıştır, kendi şahsına dâhi zarar veremez.
“Ben hürüm sigarada içerim içki kumar oynarım!”
Hayır senin cebindeki para senden ziyade millete âittir, sen onu milletin faydasına, kendinin çoluk çocuğunun faydasına kullanmalısın, onun dışında zarar için kullanamazsın, zarar yapamazsın, zararı da zararla karşılayamazsın!..”
Misal verelim; “Benim tarlamı yaktı; onu tarlasını yakayım… Ağacımı söktü; gidip onun ağacını sökeyim… Benim filanımı öldürdü gidip onun filanını öldüreyim…” gibi. Bu İslâm’da yok.
Bizim en ziyade ihtimam gösterdiğimiz; ferdin ve cemiyetin haklarının korunması ve verilmesidir. Maksat, insanın insan olarak kıymetini takdir edebilmektir ama zarar verildiği vakitte biz orada yokuz.
(23.3.1998)
Bismillahir Rahmanir Rahim
Tasavvuf terbiyesinin asıl hedefi kâmil insan yetiştirmektir. Ariflerin tarifine göre kâmil insan, Allah’a aşık olmuş, kalbi gaflet ve manevi kirlerden zikir ile huzur bulmuş, (arınmış) gönlü boş arzu ve sahte sevgilerden arınmış, nefsi ilâhi emirlere itaat edecek bir kıvama gelmiş; kısaca içi ve dışıyla Yüce Allah’a teslim olmuş insandır. İşte bu kıvamı bulmak için önündeki rehbere samimi olarak inanmaya, gücü nisbetinde emir ve tavsiyelerine uymaya teslimiyet denir. Akıl sahibi olan ve insanlığı “göreceli” olmayan her insan teslimiyetin bir kafese sokma değil, aksine huzur dolu günlere ve özgürlüğe ulaşmak olduğunu görmekte zorlanmayacaktır…
İslâmı hakkıyla yaşayabilmek ve hakîkî kullukta bulunabilmek ancak teslîmiyetle mümkündür. Kulluk, aslında teslîmiyet demektir. Kalb, ancak teslîmiyetin tam olmasıyla huzûra kavuşur. Teslîmiyet, gönüldeki kederi ve sıkıntıyı izâle eder. Rûh, sevdiği ile beraber olur. Teslîmiyet ehli, dâima Hakk Teâlâ Hazretleri ile beraberdir.
İçi ve dışıyla Hakk’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile huzur, ilâhi aşk ile hayat bulur. Hakk’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur. Bundan sonra o kimse kendisini hür irade ve hürriyet sahibi görse de, aslında bütün yaptıkları bir çeşit köleliktir. Çünkü bu kimse, devamlı nefsine köle, şehvetine esir, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir. Böyle bir hayat şeref ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir.
Aşure Günü – Hadra Zikir
1663 Wheat Hill Rd.
Sidney Center, NY 13839
Peru’daki Osmanlı Dergahı, tebliğde sınır tanımıyor And Dağları arasında kalan Kızılderili köylerine tebliğ çalışmaları yürüten ‘Osmanlı Perulular’ sınır ve mesafe tanımıyor 22 Şubat 2013 / 07:37 And Dağları arasında kalan Kızılderili
“Prayer Vigil”, Amerikan Kızılderililerinin organize ettiği ve her yıl, Beyaz Saray’ın önünde, herkese açık ve iki gün süren, “dünyada barış” amaçlı bir etkinliktir. Son on yıldır, Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi Hz. ve müridlerinin de davet edildiği bu etkinliğe Şeyhimizde büyük önem verirdi. 2002′deki ilk “Prayer Vigil”e, halifesi Lokman Efendi’yi göndermişti ve Lokman Efendi
‘İmana Giden Yol’ Şeyh Nazım ile röportaj – Havadis Gazetesi
Bab-ı Alem, MPL TV: ‘Kıbrıs Osmanlı Dergahı & Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi Hz.’ 2010 ( 1/6 ) ( 2/6 ) ( 3/6 ) ( 4/6 ) ( 5/6 ) ( 6/6 )
SABAH Gazetesi, Şeyh Nazım Kıbrısi ile Röportaj ”İnsanlara ARSLAN Lazım”
TNT Tv Hayatın Şifreleri Programı – Şeyh Nazım el Kıbrısi 5/10/2011 1 2 3 4 5 6 7
Şeyh Mevlana Nazım Kıbrısi Hz.’den Vakit Gazetesi Röportajı
KIBRIS, Nakşibendilerin dergahına girdi, Şeyh Nazım ve müritlerinin bir gününü izledi Pazar, 26 Aralık 2010 Şeyh Nazım Kıbrısi… Şeyh Nazım Adil… Ya da Şeyh Nazım Efendi… Sufizmin Büyük Ustası, Nakşibendi Tarikatı’nın Büyük Şeyhi… Çok yakınındaki sevenlerine göre, “Sultan”… Bir Kıbrıslı… Nazım Kıbrısi, 20 (Bazı kaynaklara göre) 21 Nisan 1922’de Larnaka’da doğdu… Cuma günü doğan
Şilili madenciler Şeyh Nazım’ı ziyaret etti 20 Aralık 2010 Pazartesi 16:53 69 gün yerin 700 metre altında mahsur kaldıktan sonra kurtulan 33 Şilili madencilerin bir kısmı KKTCde Nakşibendi tarikatının lideri Şeyh Nazım’ı ziyaret etti. Şili’de bir maden göçüğünde 69 gün toprağın 700 metre altında mahsur kalan 33 madenciden 4’ü KKTC’ye gelerek Nakşibendi tarikatının
MPL Televizyonun Bâb-ı Âlem programından 2008
Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi, Oğuzhan’ın “Türkoğluna rahatlık verme” duasını anlatıyor. 8 Ağustos 2009 – Almanya
“Kavmiyet iddia edenlerin uzerine lanet olsun” Şeyh Nazım el Kıbrısi
Şeyh Nazım el Hakkani dergahında Lefke, Kıbrıs – 21 Subat 2008
BismillahirRahmanirRahim HZ. LOKMAN’DAN OĞLUNA EY EVLADCIĞIM ! HİKMET, SENİN ON ŞEYİ YAPMANDIR: 1) ÖLMÜŞ KALBLERİ DİRİLTMELİSİN, 2) YOKSULLARLA OTURMALISIN, 3) HÜKÜMDARLARIN MECLİSLERNDEN SAKINMALISIN, 4) KÖLELERİ AZAT ETMELİSİN, 5) DÜŞKÜNLER İLE TANIŞMALISIN, 6) GARİPLERİ MİSAFİR ETMELİSİN, 7) FAKİRLERİ ZENGİN ETMELİSİN, 8) ŞEREFLİ KİMSELERİN ŞEREFİNİ ARTILMALISIN, 9) BÜYÜKLERİ DE YÜCELTMELİSİN, 10) DİLİNİ MUHAFAZA ETMELİSİN. BU ON ŞEY,
BismillahirRahmanirRahim Batılı gözüyle Fatih Büyük devlet ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran padişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir. Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir: “Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekası, daimi bir çalışma halindeydi. Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı. Seçtiği hedeflere erişmek için çok
BismillahirRahmanirRahim Osmanlı Sultanlarının Ehl-i Beyt sevgisi Sultan İkinci Abdülhamid Han, Peygamber efendimize olan tazim ve muhabbetini, Onun kutsal beldesine hizmetler götürerek ve İslam Birliği gayesini gerçekleştirmeye çalışarak göstermiştir. Hicaz bölgesiyle münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel örneği olmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada, Sultanın
BismillahirRahmanirRahim Resulullahın (sav) amcası ve Hazret-i Ali’nin babası Ebu Talib (ra) Sana kimse dokunamaz İslamiyet kuvvetlendikçe müşriklerin düşmanlıkları arttı. Fakat Ebu Talib’den korktukları için bir zarar yapamıyorlardı. Müşrikler, Ebu Talib’e gelip “Ya yeğenini bize teslim et, yahut putlarımıza hakaret etmesin” dediler. Ebu Talib, müşriklerin arzusunu yeğenine bildirdi. Resulullah kabul etmedi. Ebu Talib, “Ey oğul sen
BismillahirRahmanirRahim Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a) Resulüllah(S.A.V)’ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a) da geldi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) (Geri çekilip) : -Ya Ali sen buyur, gir dedi. O da cevap verip, aralarında, aşağıdaki uzun konuşma oldu: -Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her
Bağlantılar