“Beni nefsimle baş başa bırakırsan, ( bu takdirde) beni zafa, muhtaçlığa, günaha ve hataya itmiş olursun. Ben ancak senin rahmetine güveniyorum; günahlarımın hepsini bağışla, zira günahları ancak sen bağışlarsın. Tevbemi kabul et, zira sen tevbeleri kabul eden ve çok merhametli olansın.” [Hadis-i Şerif]
Allah Bizi Bize Bırakmasın
BismillahirRahmanirRahim. Biz kendi tarafımızdan söylersek, o sözün itibarı yoktur. İnsanın kendisinden olan sözde bir kıymet yoktur. Onun için Cenab-ı Peygamber konuşurken; ‘Cenab-ı Hak bana bildirdi. Cebrail ile bana şunu gönderdi. Şunu bildirdi.´ diye söyleyip ilmini Allah´a havale eder; ´Allah´tan alıyorum. Allah´tan bana geliyor. İlim benden başlayıp bende bitmiyor. Bana Cenab-ı Allah bildiriyor. Ben de size bildiriyorum´(derdi).
Sahabe-i Kiram aleyhim rıdvanullah! Sahabe-i Kiram efendilerimizde; ´Peygamberimizden işittik´ derlerdi. Peygamber-i Zişan böyle buyurdu. Böyle söyledi derlerdi. Yani bizim bildiğimiz bizden değil, peygamberdendir. Bu yol üzere ilim bilhassa semavi melekutun ilmi rivayet yolu ile birinden ötekine- ötekinden ötekine talim edilerekten öğretilip bize kadar ulaşır. Ve biz söyleyeceğimizi Allah ve Resulunun kelamını bize öğrettikleri cihet ile söyleriz. Söylenen söz bizim olmaz o zaman.
Allah bizi nefsimize bırakmasın.
Nefsimize bıraktığı vakit insan şaşırır. Bizim yolumuz sohbet yoludur diye buyurmuş Şah-ı Nakşibendi hazretleri. Aynı meşrepte bulunan iki kimse bir araya geldiği vakit birisi söylesin! Birisi dinlesin!´diyor. Söyleyen kimseyi biri dinlediği vakit , Cenab-ı Hak o kimseyi söyletir. O mecliste kaç kişi varsa, onların ihtiyacına göre konuşturur. Onun için Ehl-ullah olan evliyaların hepsi bir mecliste oturdukları vakit kalblerini Peygamberin huzuruna bağlar. Oradan gelecek olan malumatı söyler. Ki, Peygamber-i Zişan bu ümmetin sahibidir ve ümmetlerinin ihtiyaçları ne ise, ona göre kalbine verir ve o kimsede gelene göre söyler. Bizde onların yollarını tutup, o yolda hazır olanlara ve hazır olanların sebebi ile kendi nefsimize lüzum edeni, onlardan bize geldiği gibi naklederiz. Ki, meclisimiz malayani meclisi olmasın.
Velhamdulillahi kesiyra
Subhanallahül aziym
Ve bihamdihi keriym
Bukraten ve esiyla
La ilahe illallah
Vahdehu la şerike leh
Lehül mülk velahul hamd yuhyi ve yumud
Ve ala külli şey in kadiyr.
La ilahe illallahu vahdehu la şerike leh
La ilahe illallahu vallahu ekber
Allah´ı zikr-u tesbih etmeden bir meclis otursa, (o zaman ) o meclis çok kötü bir meclistir. İlk olarak kulun vazifesi Cenab-ı Allah´ı tehlildir (yani La ilahe illallah demek). Cenab-ı Hakkı tencittir (yani Cenab-ı Hak hakkında güzel söz söylemek). Cenab-ı Hakkı tahmittir (yani Allah´a hamd etmek.).
Cenab-ı Hakkı zikr-u tesbih etmek o kulun ilk vazifesidir. Bu meclise oturduğumuzda ilk önce Allah´ı tesbih etmemiz, Allah´ı ululamamız gerekir. Onun için bu tevhid ile başladık. Ve yine ´Allahümme salli ve sellem ve barik ala seyyidina Muhammedin seyyidina evveline velahirin´diyerek Efendimize Salatü Selam ederiz. Onun hakkında bereket ve Cenab-ı Hakkın rahmetlerini talep ederiz. Cenab-ı Allah Habibinin dünyada şeriatını izhar edip ahirette şefaatını da ve onun yüce makamını izhar etsin. Bunu istemekte burada hazır olan cemaatin vazifesidir. Müminlerin vazifesidir.
Allah´ı ve Resüllullahı zikretmeden oturup kalkan bir meclis kötü bir meclistir. Onları zikretmeyen bir mecliste manevi olan bir neşe yoktur.
Manevi neşeyi Allah´ı zikir ve de Peygamberi zikir ederek elde eder bu mecliste hazır olan kimseler. Biz Allah´ın rahmetlerine muhtaç olan kimseleriz. Bir lahza bizi rahmet deryalarından dışarı çıkarsa, bizim için hayat yoktur. Cenab-ı Hak rahmetlerini bize taksim etmiştir. 100 rahmetten bir rahmet aldı. O bir rahmet ile bu dünyadaki bütün insanların bütün mahlukatın nebatatın bütün hayvanların hepsinin varlıkta bulunuşları hayatları ve her ihtiyaçları o tek rahmet denizinden geliyor onlara. Hepsi o tek rahmet denizinin içinde yüzüp dururlar. Rahman İsm-i Şerifi nin rahmet denizlerinde yüzüyoruz biz. O Rahman ism-i Şeriflerinin rahmetiyle müminde yaşıyor. Fasık facir de yaşıyor. Kafir münafık ta yaşıyor. Bu dünyada o Rahman İsm-i Şerifi nin rahmetleri umumadır. Ayırt etmez Cenab-ı Allah. Bütün insanlara aynı rahmet iner. Umum insanlara, mevcudata, umum kainata o rahmet iner. Hak ayırmaz.
´Bu kafirdir. Ona noksan vereyim. Bu mümindir. Buna ziyade vereyim´yok.
Bu dünyada olan Rahman İsm-i Şerifi nin tecellisi herkese aynen yetişiyor. İman etsin veya etmesin. İman edenlere ayrı rahmet vardır. İman eden kimselere bu Rahman İsm-i Şerifinden olmak üzere yine ayrı rahmet indirilir. Kafir olanlara umumu mahlukattan beraber verilir. O rahmet onlardan alınsa, onlar helak olur. Halbuki Cenab-ı Allah bu dünyada herkese yaşamak şansını vermiş. Ve herkesten iyi bir hayat geçirmesini istemiştir. Cenab-ı Hak kullarının darda olmasını, zahmet ile yaşamalarını, eziyet çekmelerini, harpler ve darpler ile birbirlerini ezip çiğnemelerini istemez.
Lakin zahmeti üzerine çeken rahmeti üzerlerinden uzaklaştıran kendileridir. Rahmetten kaçıyor ve zahmete koşuyor.
Cenab-ı Hak rahmetine çağırıyor. Biz diyoruz;´Hayır! Biz senin rahmetini istemiyoruz´ Haşa. Bize zahmet daha iyidir. Zahmetin arkasında koşturuyorlar. O vakit Cenab-ı Allah onları bırakıyor. Madem zahmettir istediği, o zaman zahmete girsin.
Halbuki Cenab-ı Allah insana çok kolay olan bir hayat çizmiştir.
Ona bir hayat yolu çizmiştir; o yol çok basit, çok kolaydır. Ama lakin işi karıştıran insanoğlu. Kendisini zahmete koşturan insanoğlu. Allah´ın çizdiği hayat yolu başkadır. Bizim tuttuğumuz hayat yolu ise bambaşkadır. Bugün kim çıkıpta diyebilir;´Cenab-ı Hakkın çizdiği hayat yolunda gidiyoruz´. Bunu ne biz diyebiliriz müslümanlar olarak ne de Ümmeti Muhammed den olmak üzere bütün insanlık.
“Cenab-ı Hakkın çizmiş oldugu hayat yolu üzerine gidiyoruz“ diye kim iddia edebilir?
Kim var? O çizgide, o istikameti takip eden kim vardır ? Hepsi aksi istikamete gider. Aksine gittikten sonra her iş tersine gider. Tek bir işimiz doğru gitmiyor şimdi. Hiç bir müessese doğru değil. Neden? Çünkü hiç bir müessese Allah´ın çizdiği hayat nizamı üzerine değil ki,… Aklına gelen birtürlü kanun yapıyor. Aklına gelen o kanunu bozup geçiyor. Binaenaleyh! İnsanlar kendi kendilerine zulüm ediyor. Hayat komplekslidir yani karmakarışık. Köylünün hayatı karıştı. Köylü şaşırdı. Şehirli? O da şaşırdı. Karmakarış oldu onun hayatıda. Okumuşların hayatı daha kompleksli ve daha karışık. Okumayanların derdi daha başka, işçinin ki daha da başka, işverenin ki bambaşka. Kadınların çilesi başka. Erkeklerin çektikleri başka. Milletin derdi başka. Hükümetin derdi başka. Tebanın derdi başka. Tavanın derdi başka. Yani ikisi muvakıf(denk) olsa, bu memleket cennet olur, dünyada cennet olur. Neden?
Herkes kendi reyi ile veya kendi görüşü ile bir hayat çizgisi çizip onun üzerinde yürümek ister.
Gökyüzünde uçan tayyareye bile rota tayin eder o kuledeki. Kuleden tayyareyi kontrol eden kimse hava meydanında rotasını verir o teyyareye. Ve her memleketten geçerken o teyyare, üzerinden geçtiği memleketteki kuleden telsiz ile işaret alır, emir alır; ´Filan rotayı takip edecen´ diyerekten Gökyüzü bomboş. Ne taraftan gidersen git! Asfalt dökmeye lüzum yok. Her tarafı yol gökyüzünün. Onunla birlikte teyyarelere bile rota var. Bazen ben bakıyorum da, bizim bindiğimiz teyyare ile altımızdan veya üstümüzden geçen teyyare arasında 28 ila 30 kadem yani ayak yüksekliğinde mesafe var. Bazen böyle kenardan oturup seyretmek isterim. Teyyareler var; işte o teyyareler rotaya gore birbirlerinin altından ve ya üstünden uçup giderler. Demek ki aynı hizaya getirmiyor o kuledeki. Her birisine bir yükseklik tayin ediyor. Bir rota gösteriyor. Şimdi bunu söylemekten maksat; gökyüzü gibi bir yerde, kayıtsız şartsız her tarafından gidildiği halde, yine uçan teyyareye bir yol tayin etmek lazımdır. Ve bu insanları yeryüzünde kendi başlarına bırakırsan, kendi görüşüne göre bir hayat çizgisi ve bir hayat yolu çizip gitmek ister. Ne kadar yol alacaktır o kimse? Herkes kendi hedefine doğru bir yol yapacak olursa, bu İslambol nasıl bir şehir olur? Lakin Cenab-ı Allah insanların umumuna kolay ve basit bir hayat ve yolu çizmiştir. Ve bu yol kolaydır, doğrudur, kestirmedir. Biz şimdi Allah´ın bizim için çizmiş olduğu hayat çizgisini takip etmiyoruz. Aklımıza geldiği gibi bir yol bulup yürümek istiyoruz. Ama yürüyemiyoruz. Çünkü kolay olanı zorlaştırdık. Basit olanı karmakarışık yaptı insanoğlu. İnsanoğlunun bugün çektiği kendi hatasıdır. Biz bu asrın başından beri boyuna Allah´ın çizmiş olduğu o basit ve kolay yolun daima dışına çıkmaya uğraştık. Fert olarak çıkamadığımız yerde zor ile bütün bir milleti o yolun dışına çıkartmak için kuvvet tatbik ettik. Zorla o hayat çizgisinin dışına çıkarttık şimdiki cemiyeti. Zor ile çıktı bu cemiyet o Allah´ın çizmiş olduğu hayat yolundan. Zor kullanılarak çıkarıldı. Şaşkın kaldı insan sahranın içerisinde. Ne yapacak? Ne edecek?
“Ahir zamanda öyle bir fitne dünyayı kaplayacak ki, o fitnenin karanlığı ayı olmayan mehtabı olmayan karanlık gecenin zifiri karanlığından daha karanlık olacak dünya o zaman“ diyor .
Toplum derler; yani cemaatın, cemiyetin işide karmakarış oldu şimdi. İçinden çıkılmaz, çözülmez problemler meydana geldi. Hiç kimsenin halledemeyeceği problemler geldi şimdi. Her disturu tatbik ediyorlar ama işin içinden çıkamıyorlar. Netice yok. Neden? Melekutun çizdiğini sen takip etmiyorsun. O gökyüzünden baktı, sana yol çizdi. Sen buraya çektin, şuraya çektin ve yolunu şaşırttın. “Ben” diyor Cenab-ı Allah “Umuma zulüm etmem. Ve istediği yapsın diye onu bırakıyorum. Muhayyer (serbest) ettim. Akılları varsa, ve akıllarını kullanıyorlarsa, elbetteki benim çizdigim hayat çizgisinin en mükemmel oldugunu bilecekler. Akılları yoksa, zaten mükellef degiller. Aklı olup aklını kullanmayan, o da mükellef degil.”
Binaenaleyh! Aklı olmayan zaten mükellef olmaz. Aklı olup aklını kullanmayan cezaya müstehak olur. Ya Hu! Allah´ın koydugu bir nizam mı mükemmeldir yoksa bizim düşünüp düşünüp koydugumuz mu?
Bi hürmetil habib bil hürmetil Fatiha!
- Şeyh Nazım Adil el Hakkani
Bismillahir Rahmanir Rahim
Tasavvuf terbiyesinin asıl hedefi kâmil insan yetiştirmektir. Ariflerin tarifine göre kâmil insan, Allah’a aşık olmuş, kalbi gaflet ve manevi kirlerden zikir ile huzur bulmuş, (arınmış) gönlü boş arzu ve sahte sevgilerden arınmış, nefsi ilâhi emirlere itaat edecek bir kıvama gelmiş; kısaca içi ve dışıyla Yüce Allah’a teslim olmuş insandır. İşte bu kıvamı bulmak için önündeki rehbere samimi olarak inanmaya, gücü nisbetinde emir ve tavsiyelerine uymaya teslimiyet denir. Akıl sahibi olan ve insanlığı “göreceli” olmayan her insan teslimiyetin bir kafese sokma değil, aksine huzur dolu günlere ve özgürlüğe ulaşmak olduğunu görmekte zorlanmayacaktır…
İslâmı hakkıyla yaşayabilmek ve hakîkî kullukta bulunabilmek ancak teslîmiyetle mümkündür. Kulluk, aslında teslîmiyet demektir. Kalb, ancak teslîmiyetin tam olmasıyla huzûra kavuşur. Teslîmiyet, gönüldeki kederi ve sıkıntıyı izâle eder. Rûh, sevdiği ile beraber olur. Teslîmiyet ehli, dâima Hakk Teâlâ Hazretleri ile beraberdir.
İçi ve dışıyla Hakk’a teslim olan kimse, Allahu Tealâ’dan başka her şeyin köleliğinden kurtulur, hür olur, kalbi Allah ile huzur, ilâhi aşk ile hayat bulur. Hakk’a itiraz eden kimse ise, iradesini nefsinin eline vermiş olur. Bundan sonra o kimse kendisini hür irade ve hürriyet sahibi görse de, aslında bütün yaptıkları bir çeşit köleliktir. Çünkü bu kimse, devamlı nefsine köle, şehvetine esir, midesine hizmetçi, maddeye bekçi, insanların aferin ve alkışına bağımlı bir halde hayat sürmektedir. Böyle bir hayat şeref ve hürriyet değil, tam manası ile zillet ve köleliktir.
Aşure Günü – Hadra Zikir
1663 Wheat Hill Rd.
Sidney Center, NY 13839
Peru’daki Osmanlı Dergahı, tebliğde sınır tanımıyor And Dağları arasında kalan Kızılderili köylerine tebliğ çalışmaları yürüten ‘Osmanlı Perulular’ sınır ve mesafe tanımıyor 22 Şubat 2013 / 07:37 And Dağları arasında kalan Kızılderili
“Prayer Vigil”, Amerikan Kızılderililerinin organize ettiği ve her yıl, Beyaz Saray’ın önünde, herkese açık ve iki gün süren, “dünyada barış” amaçlı bir etkinliktir. Son on yıldır, Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi Hz. ve müridlerinin de davet edildiği bu etkinliğe Şeyhimizde büyük önem verirdi. 2002′deki ilk “Prayer Vigil”e, halifesi Lokman Efendi’yi göndermişti ve Lokman Efendi
‘İmana Giden Yol’ Şeyh Nazım ile röportaj – Havadis Gazetesi
Bab-ı Alem, MPL TV: ‘Kıbrıs Osmanlı Dergahı & Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi Hz.’ 2010 ( 1/6 ) ( 2/6 ) ( 3/6 ) ( 4/6 ) ( 5/6 ) ( 6/6 )
SABAH Gazetesi, Şeyh Nazım Kıbrısi ile Röportaj ”İnsanlara ARSLAN Lazım”
TNT Tv Hayatın Şifreleri Programı – Şeyh Nazım el Kıbrısi 5/10/2011 1 2 3 4 5 6 7
Şeyh Mevlana Nazım Kıbrısi Hz.’den Vakit Gazetesi Röportajı
KIBRIS, Nakşibendilerin dergahına girdi, Şeyh Nazım ve müritlerinin bir gününü izledi Pazar, 26 Aralık 2010 Şeyh Nazım Kıbrısi… Şeyh Nazım Adil… Ya da Şeyh Nazım Efendi… Sufizmin Büyük Ustası, Nakşibendi Tarikatı’nın Büyük Şeyhi… Çok yakınındaki sevenlerine göre, “Sultan”… Bir Kıbrıslı… Nazım Kıbrısi, 20 (Bazı kaynaklara göre) 21 Nisan 1922’de Larnaka’da doğdu… Cuma günü doğan
Şilili madenciler Şeyh Nazım’ı ziyaret etti 20 Aralık 2010 Pazartesi 16:53 69 gün yerin 700 metre altında mahsur kaldıktan sonra kurtulan 33 Şilili madencilerin bir kısmı KKTCde Nakşibendi tarikatının lideri Şeyh Nazım’ı ziyaret etti. Şili’de bir maden göçüğünde 69 gün toprağın 700 metre altında mahsur kalan 33 madenciden 4’ü KKTC’ye gelerek Nakşibendi tarikatının
MPL Televizyonun Bâb-ı Âlem programından 2008
Şeyh Abdulkerim el Kıbrısi, Oğuzhan’ın “Türkoğluna rahatlık verme” duasını anlatıyor. 8 Ağustos 2009 – Almanya
“Kavmiyet iddia edenlerin uzerine lanet olsun” Şeyh Nazım el Kıbrısi
Şeyh Nazım el Hakkani dergahında Lefke, Kıbrıs – 21 Subat 2008
BismillahirRahmanirRahim HZ. LOKMAN’DAN OĞLUNA EY EVLADCIĞIM ! HİKMET, SENİN ON ŞEYİ YAPMANDIR: 1) ÖLMÜŞ KALBLERİ DİRİLTMELİSİN, 2) YOKSULLARLA OTURMALISIN, 3) HÜKÜMDARLARIN MECLİSLERNDEN SAKINMALISIN, 4) KÖLELERİ AZAT ETMELİSİN, 5) DÜŞKÜNLER İLE TANIŞMALISIN, 6) GARİPLERİ MİSAFİR ETMELİSİN, 7) FAKİRLERİ ZENGİN ETMELİSİN, 8) ŞEREFLİ KİMSELERİN ŞEREFİNİ ARTILMALISIN, 9) BÜYÜKLERİ DE YÜCELTMELİSİN, 10) DİLİNİ MUHAFAZA ETMELİSİN. BU ON ŞEY,
BismillahirRahmanirRahim Batılı gözüyle Fatih Büyük devlet ve ilim adamı olan Fatih, en büyük düşmanlarının gözlerini kamaştıran padişahtır. Eserlerinde ondan takdirle bahsetmişlerdir. Fetih sırasında İstanbul’da bulunan İtalyan Zorzo Dolfin bir keresinde şöyle demiştir: “Sultan Mehmed, çok az gülerdi. Zekası, daimi bir çalışma halindeydi. Çok cömertti. Her işte fevkalade atılgan, hatta cüretkârdı. Seçtiği hedeflere erişmek için çok
BismillahirRahmanirRahim Osmanlı Sultanlarının Ehl-i Beyt sevgisi Sultan İkinci Abdülhamid Han, Peygamber efendimize olan tazim ve muhabbetini, Onun kutsal beldesine hizmetler götürerek ve İslam Birliği gayesini gerçekleştirmeye çalışarak göstermiştir. Hicaz bölgesiyle münasebetleri kuvvetlendirmek ve mukaddes topraklarla aradaki mesafeyi kaldırmak niyetiyle yaptırdığı Hicaz ve Bağdat Demiryolu, bunun en güzel örneği olmuştur. Demiryolu yapımının Medine’ye ulaştığı esnada, Sultanın
BismillahirRahmanirRahim Resulullahın (sav) amcası ve Hazret-i Ali’nin babası Ebu Talib (ra) Sana kimse dokunamaz İslamiyet kuvvetlendikçe müşriklerin düşmanlıkları arttı. Fakat Ebu Talib’den korktukları için bir zarar yapamıyorlardı. Müşrikler, Ebu Talib’e gelip “Ya yeğenini bize teslim et, yahut putlarımıza hakaret etmesin” dediler. Ebu Talib, müşriklerin arzusunu yeğenine bildirdi. Resulullah kabul etmedi. Ebu Talib, “Ey oğul sen
BismillahirRahmanirRahim Bir gün Ebu Bekir Sıddık (r.a) Resulüllah(S.A.V)’ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Hz. Ali Bin Ebi Talib (r.a) da geldi. Hz. Ebu Bekir (r.a.) (Geri çekilip) : -Ya Ali sen buyur, gir dedi. O da cevap verip, aralarında, aşağıdaki uzun konuşma oldu: -Ya Ebu Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan, her
Bağlantılar